20 Aralık 2008

Küre Dağlarında Mağara Keşfi

Türkiye'nin hangi doğa güzelliğini saysam. Dağları, akarsuları, gölleri, denizleri, su altı? Hep unuttuğumuz önemli bir şey daha var aslında. Gözlerden uzakta, hemen göremeyeceğimiz yer altımız: Mağaralarımız. Genelde gezdiğim yerlerde ziyarete açılmış varsa mağaralar girerim, kaçırmam. Pek çoğunun yaz kış aynı sıcaklığı koruduğunu, sarkıtlarının milyonlarca yılda oluştuklarını biliyorum. Peki ülkemizde nerede ne kadar mağara var. Bildiklerimi saymaya kalkınca ancak iki elimdeki on parmağı doldurmadı.

Önce Speleoloji tanımı ile başlayayım: Speleoloji, yeraltı boşlukları diğer bir değişle mağaralarla ilgilinen bilim dalı. ASPEG (Anadolu Speleoloji Grubu) ise Türkiye'deki mağaraları keşfediyor, raporlandırıyor, çizimlerini yapıyor ve bu konuyla gerçekten ilgi duyanlara eğitimler veren bağımsız bir grup. ASPEG ile Kastamonu Pınarbaşı gezimizde karşılaştık. İşte ASPEG ile başlayan hikayemiz, sanırım devamda edecek.

İlk geldiğimiz gün masaya eğilmiş kocaman bir milimetrik kağıda çizim yapan birisini görünce hemen yanına gidip ne yaptığına baktım. Çizimi yapan Murat Eğrikavuk mağara çizimi yaptığını söyleyince ilgimizi çekti ama çizimi bölmemek için o an için rahatsız etmemek için sohbeti kestik. Sonra akşama doğru, kafalarında kaskları, çizmelerle, yüzü çamurlanmış bir grup madenci gibi görünen bir topluluk içeri girdi. Büyük bir heyecanla mağaralardan sohbet eden gruba ilk merhabayı her zaman ki gibi Biblo dedi.

ASPEG'in ne yaptığını öğrenince ilgimiz daha da çok arttı. Hem mağaraları geziyor ve yeni mağaralar keşfediyor ve bunlara ait ölçümler alarak mağara çizimlerini gerçekleştiriyorlar. Yapılan iş hem keyif verici hem de mağaracılığa ilgi gösteren pek çok kişi için kaynak oluşturuyor. İşin sonucu bilimsel bir çıktı. Grubun disiplinin ve çalışmalarını görünce çok ilgimizi çekti. Gündüz faaliyetlerinin yanısıra her akşam bir etkinlik yapıldı.

Mağaracılık hakkında video gösterisi:


Düğüm eğitimi alırken:

İlk gün Ilıca Şelalesi, Valla Kanyonu ve çevreyi gezdikten sonra 2.günde ASPEG grubu çalışmalarına katıldık. ASPEG'den Ali Yamaç, köylülerden aldıkları bir ihbar sonucunda bir mağaranın keşfi için bizi davet etti. Hem çevreyi gezecek hem de ASPEG'in çalışmalarını izleyecek ve keşife katkıda bulunabilecektik. Sabah kahvaltısından sonra sırt çantamızı, GPS'imizi alıp başta Biblo olmak üzere Ali Yamaç, Emine, Barbaros, Gülşen, Nuray ve ben yürüyüşe geçtik.

Tepeye doğru tırmandıkça kar altındaki dik yamaçlar zaman zaman zorluyor.

4x4 Biblo için tırmanış zor değil ama zaman zaman çok yoruldu.


Keşif keyifli geçti. 1202 metreye tırmandıktan sonra mağarayı bulamayınca Gülşen, ben ve Biblo ayrılarak tepenin bir yamacından, Ali Yamaç, Emine, Nuray geldiğimiz yoldan, Barbaros ise diğer yamaçtan inmeye karar verdik. Biblo'yla sıkı bir bitki örtüsü olan yalancı makiler ve kayalar arasında yürüyüş zor oldu. Sonra telsizden Başkan Emine'nin aramanın sonlandığı mesajı gelince geldiğimiz yola çıkarak aşağı inişe geçtik.


4.1 KM'lik tırmanış ve iniş sonunda mağarayı bulamayarak Paşa Konağına geri döndük.


2.Gün - Mağara Yüzey Araştırması
Grup üyelerinin aldığı yeni bir ihbara göre Horma Kanyonu civarında mağaralar olduğunu öğrenildi. Ali Yamaç yürüyüş performansımızı görünce bu keşfe de bizi davet etti. Artık yarı ASPEG'li olmuştuk. Bu gezideki görevimiz keşfedilen mağaraların GPS ile koordinatlarını almaktı. Kahvaltı sonrasında Köylü İsmail Sivri rehberliğinde yola koyulduk. Bu keşifde bölgeyi iyi tanıyan İsmail Sivri gördüğü mağaraları bize gösterecek. Bu sefer ekibimiz Biblo, Ali Yamaç, Barbaros, Nuray ve benden oluşuyor.


Rehberimiz İsmail Sivri ilk bildiği mağarayı bize gösteriyor. Ancak bu mağara devam etmeyen derinliği olmayan bir mağara. Yine de noktanın kaydını alıyoruz.

Sonrasında biz de aracımızı bırakıp yola traktörle devam ediyoruz. Biblo, ben, Ali Yamaç ve Barbaros traktörün bagajındayız.
Tepe tırmanışın yarısında Horma kanyonunu üstten seyrediyoruz. Hemen ayaklarımızın altındaki yükseklik tahmini 200-300 metre kadar var. Bundan sonraki yürüyüşümüz biraz daha adrenalini yüksek. Bazı yerlerde elimizde batonlarla destek alarak tırmanışa devam ediyoruz. Bir dikkatsizlik kötü kazalara sebep verebilecek nitelikte. Bu yüzden oldukça dikkatle ilerliyoruz.


Sonunda Horma Kanyonu yamacından yukarı çıkarken bir tane mağara buluyoruz. Çok kısa giden bir mağara. Mağaranın girişi;İlk mağara deneyimim,

Mağara'nın içinden bir kare daha :
Sonrasında tekrar yürüyüşe geçiyoruz. Tepeye varmak üzereyken rehberimiz bir mağara daha gösteriyor. Hemen keşifler başlıyor:Yalnız yarasa uyuyor. Ancak Barbaros stresten ölebileceğini söyleyince fotoğraf çekmeyi bırakıp, onu yalnız bırakıyoruz. Burada bir süre dinlenip, karnımızı doyurduktan sonra tırmanışa devam ediyoruz.
Orman ağırlıklı kayın, palamut ve gürgen ağaçlarından oluşuyor. Bakir olan ormanlarda rehberimiz zaman zaman Karaca'ların ve domuzların yattığı yerleri ve izlerini gösteriyor. Tepeye vardığımızda Horma kanyonunun yine tepeden bakıyoruz.

Orman içinde ilerlerken Biblo arkamızı kolluyor.


Horma Kanyonun başlangıç noktasına tepeden bakıyoruz:
Tepeye vardıktan sonra Ali Yamaç ve Barbaros'dan ayrılıyoruz. Ondan tepenin sırtında kendi araçlarına doğru gidecekler, bizde aracı bıraktığımız yere gideceğiz. Dik bir inişten sonra aracımızın yanına varıyoruz ve İsmail Sivri'yi bıraktıktan sonra hep beraber Paşa Konağına dönüyoruz.

Yapılan iş keyifli, yorucu ancak öz verili de bir çalışma aynı zamanda. Türkiye'de az bilinen mağaraların keşiflerini yapmak öyle kolay değil. Yerlerini bulmak, onlara ulaşmak, ölçümlerini yapmak belki de bulunan bir mağara da günlerce çalışmak, başarıya ulaşıncaya kadar pek çok kez gidip gelmek anlamına geliyor. Sonuçta herkesin yararlanabileceği bilimsel sonuçlar ortaya çıkıyor.

19 Aralık 2008

Kanyon ve Su : Pınarbaşı, Kastamonu

Bundan 2 yıl önce doğu Karadeniz gezimize başlarken geçmiştik Kastamonu bölgesinden. 8 günlük kısa bir gezi zamanı olunca bu bölgede sadece Safrabbolu'da gezinmiş ve Bulak mağarasını gezerek doğrudan İnebolu'ay geçmiştik. O gün bu gündür sürekli aklımdadır bu bölge. Bayram'da aile ziyaretleri sonrasındaki tatil fırsat bilip bu bölgeye geldik. Şimdi ilk demiri attık ve daha çok demir atacağız sanırım.

9 Aralık 2008'de gittiğimiz Pınarbaşında kar bize süpriz yaparak yolda karşıladı. Bu karşılamaya sevinmedim dersem yalan olur. Hem yolu keyifli kıldı, hemde o keskin soğuğu bir nebze olsun azalttı.

Küre dağları milli parkını Bartın ile ile birlikte barındıran Kastamonu, aslında il merkezi değil daha çok çevre ilçeleri ile ilgi çekiyor. Bu bölgede gezilip görülecek çok yer var. Pınarbaşı ilçesi ise en başında geliyor. İlçe'nin Valla kanyonu, Ilıca Şelalesi, Horma Kanyonu, Ilgarini Mağarası ile bilinmektedir.

Doğa güzelliklerinin yanısıra bölge folklorik kültürde yaşatılmaya devam etmektedir. Genç kızından yaşlı ninesine kadar halen günlük olarak folklorik giysileri giymektedir. İlk gördüğümde bayram dolayısıyla bu şekilde giyindiklerini sanmıştım. Sonra herkesin üstünde aynı giysileri görünce bu giysileri günlük olarak giydiklerini öğrendim. Bunu ilk anda inanmak zor oluyor ama bayramdan sonra köy evinde günlük yaşantısı içinde de hanımları bu kıyafetleri ile görünce inanıyorsunuz.




Pınarbaşı doğal güzelliklerine ek olarak Küre Dağları Milli Parkının hemen yanıbaşındadır. 80.000 hektarlık tampon bölgesi ile 37.000 hektarlık alana sahip milli park doğal yaşımı ve ormanı koruma altındadır. Bu bölgede mevsim ve gözlem saatine göre kolaylıkla ayı, karaca, geyik ve domuz görebilmek mümkün. Orman ağırlıklı göknar ve kayın ağaçlarından oluşmakta. Diğer bir yandan da yalancı maki ile bol bol karşılaşıyorsunuz. Yalancı maki diye adlandırılan bitki örtüsü tepelerde gezinmeyi son derece zorlaştırıyor. Ancak kayın ve göknar ormanları arasında gezinmek ise oldukça keyifli.

Pınarbaşında biz konaklama için Paşa Konağını tercih ettik. Paşa konağı 200 yıllık olduğu söylenen bir konak. Ama buralarda paşa ne arasın dedik ve hikayesini öğrendik. Kalabalık bir aile olan köyün ağasının konağıymış. Ağa'nın hanımı beyine "Paşam" diye eslenince o zamanlardan "Paşa'nın konağı" olarak kalmış. Şimdilerde ise konaklama tesisi olarak hizmet veren konakta pek çok şey bozulmadan bugünümüze kadar gelmiş. Konağı WWF Türkiye Doğal Hayatı Koruma derneği ve Garanti Bankaı katkılarıyla 2001 yılında restore edilmiş. Kısaca doğayı, köy ve folklorik yaşamı sevenler için enfes bir konaklama yeri. Detaylı bilgiye http://www.pinarbasim.com/ adresinden erişebilirsiniz.



Büyük kütüklerden yapılan bu evlerin alt katları günlük kullanımda ahır olarak kullanılırmış. Üst katlar ise konaklama. Ahırdan koku gelmesini önlemek amacıyla kütüklerle kaplı zeminde, kütükler arası toprakla kaplanmış durumda. Evlerde bir tane çivi kullanılmadan kütüklerin birbirine geçmesi ile monte edilmişler. Ancak gün gün bu evler bakımsızlıktan harabereye dönmekte veya yerlerine betonerme ev yapıldığından yok olmakta.

İlk gün karelediğim ahır:
Dönüş yolunda karelediğim başka bir ahır
Pınarbaşı adını ilçe sınırları içinde doğan ve Zara çayına katılan pınardan almakta. Oluk oluk dağın yamacından fışkıran pınarı hemen Paşakonağının yanında yer alıyor.


Gezimizin ilk ziyaret yeri Ilıca şelalesi oluyor. Yolu bu mevsimde oldukça çamurlu. Aslında böyle olması çevreyi kirletme olasılığı yüksek ve piknik veya yeme, içme amaçlı eşya taşımayı amaçlayan kişileri engelleyici olması sebebiyle yolun durumunu iyi buluyorum. Tabi bu yol Biblo ile çokda zorlayıcı değil.


Ilıca şelalesinin kendisi kadar çevresindeki yosun tutmuş ağaç dallarıda ilginç görüntüler veriyor. Hani hep masal ormanları çizimlerinde olan bol yeşilli ağaçlara benziyorlar. Masalımsı bir hava etrafımı kaplıyor. Ilıca şelalesi yaklaşık 10 metre yüksekten dökülen Zara çayı ile oluşmuş. Zara çayı ise Horma kanyonunu aşarak buraya geliyor. Şelalenin oluşturduğu havuza yazın mutlaka girmek lazım. Zaten doğal bir çakıldan kıyısı olan havuz.


Biblo Ilıca Şelalesinde dinlenirken
Ilıca şelalesinde suyun sesini dinleyip, dinlendikten sonra şelalenin yukarısında sonlanan Horma kanyonuna doğru gidiyoruz. Bu mevsimde buralarda yürümek için çamurda yürümeye uygun bot olmasında fayda var. Yürüyü yolunda yapılacak ufak bir hata ciddi yaralanmalar veya sonuçlara sebebiyet verebilir. Baton ve bot ile daha konforlu ve emniyetli yürüyüş yapmak daha mümkün. Ilıca şelalesine Ilıca köyünden 5-6 dakikada, şelaleden Horma kanyonu sonuna erişim ise 7-8 dakika civarında.

Horma kanyonu sonu ve şelalenin hemen üst tarafı
Ilıca köyünden geri dönerken Park Ilıca tesislerinde kurban bayramı geleneksel yemeğine denk geliyoruz. Tesis sahibi bizi hemen içeri buyur ediyor. Aç değiliz ama yapılan et yemeği ve pilavı yinede afiyetle yemeden duramıyoruz. İşte ilk yöresel kıyafetlerle burada karşılaşıyoruz. Burası da alternatif konaklama yapılacak yerlerden biri.

Ilıca Köy'ünün sıcak ilgisi ile çaylarımızı bitirdikten sonra Kokurdan yaylasına doğru çıkıyoruz. Yayla yolu son derece düzgün. Ilıca köyün'den ise yaklaşık 20 dakikalık mesafede. Yukarı doğru çıktıça etrafı kar kapmalaya başlıyor. Yaylaya varmadan hemen önce gördüğüm kızak ilgimi çekiyor. Acaba kullanan var mı?

Yayla kar altında. Biblo kısa bir yürüyüş sonrasında üşüyüp arabaya giriyor. Yayla'nın devamı Kanyona tepeden bakan bir noktaya çıkıyor ama biz devam etmeden geri dönüyoruz.

Yayla yolunda pek çok mahalle var. Bazı mahallelerde yoğun bir bayramlaşma ziyaretini görebilmek mümkün. Bu mahallelerden bazıları 10-15 civarında evden oluşuyor. Duman tüttüğünü görünce halen yaşayanlar olduğunu anlaşılıyor. Köylülerle sohbetlerimizde bazı evlerde yaşlı köylülerin, bazılarında ise köyde bulunan halkın ikinci ev olarak kullanıldığını söylüyorlar.

Sonrasında ise Valla kanyonuna doğru ilerliyoruz. Valla kanyonu dünyanın dördüncü, Türkiye'nin ise en büyük kanyonu. 12 KM uzunluğundaki kanyonun girişi Valla köyünden doğru. Öyle derin bir kanyonki yüksekliği bazı yerlerde 1200 metreyi buluyormuş. Kanyon'dan geçen çayın adı Devrekani. Bu derin ve dar kanyona giderken Valla köyü başka bir görsel şölen sunuyor. Valla köyünden manzaralar öyle güzelki. Baharda burada bir kaç günümüzü geçirebiliriz.

Valla Köyü'ünün yeşil otlakları. İlkbaharda görmek lazım.

Valla köyüne gelmeden Valla kanyonundan ilk kareleri alıyoruz.

Valla köyü'ne vardıktan sonra yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüş ile Valla Kanyonu seyir terasına varmak mümkün. Yol ise bu mevsimde ayrı bir güzel. Biblo yolu sevmiş olacak ki seke seke yürüyor.


Valla Kanyonu seyir terasında bir kare.

Pınarbaşı aslında küçük bir kasaba görünümünde ama İlçe statüsüne kavuşmuş. İlçe'nin merkezinde pek çok şey bulunabiliyor. Pek çok yerde olduğu gibi en lüks dükkan Turkcell bayisi. Hemen kavşakta bulunan restaurant'da ise yöresel yemekleri bulmak mümkün. Gerçi kurban bayramı olunca biz ancak buğday ve etsuyu ile yapılan Keşkek çorbasının tadına bakabildik.

Cumartesi günü geri dönüş yolculuğuna başladık. Yoldan aldığımız keyif bizi epey yavaşlatıyor. Yoldan manzaralar


Pınarbaşın'a giderken uğradığımız Safranbolu'ya dönerken de uğruyoruz. Hemen Hamam'ın yanında bulunan Kadıoğlu Şehzade Sofrası'nda yemeğimizi yiyoruz. Yörenin Kuyu Kebabı, bükmesi ve şehzade pilavı meşhur olduğunu öğrenip bunları deniyoruz. Bu arada Biblo araçta bizi alacağı ödül için bekliyor. Bunun sebebi araçta beklediği için her dönüşte mutlaka ödül veriyoruz.

Ispanaklı Bükme

Yemek sonrasında ise bir Türk Kahvesi keyfinin iyi olacağını düşünüyoruz. Yine Hamam'mın yanında bulunan İmren Şekerlemede sunumu hoşumuza giden kahvenin sonrasında lokumlarımızı alıp Safranbolu'dan ayrılıp evimize dönüyoruz. Paşa konağında oldukça ilgimizi çeken Aspeg grubu ile tanıştık. Aspeg Anadolu Speleoloji Grubu veya Mağaracılık Grubu'da diyebiliriz. Gruptaki herkeslede kanımız uyuşunca tabiki onlarında bize bu gezimizin biraz daha farklı ve güzel bir amacı oldu. Aspeg 'daki ekip çalışması ve mağara keşif sonuçlarının değerlendirilmesi, rapor edilmesi ve mağara çizimlerinin yapılması işin ne kadar ciddi yapıldığını da gösteriyordu. Aspeg aslında gönüllülerden oluşmuş bir grup. Hem geziyorlar, hem mağara keşiflerini gerçekleştiriyor hemde bu bulguları paylaşmak üzere çizim ve ölçümleri yapıyorlar. Bu sayede az fikir sahibi olduğumuz Türkiye'deki mağaraları keşfediyorlar. Atlas Dergisinin Aralık sayısında bu yaz buldukları Türkiye'nin 9.mağarasından söz ediliyordu. Aspeg grubu ile Pınarbaşında yaptıklarımızı başka bir başlık altında anlatacağım.

18 Aralık 2008

Bolu-Nallıhan-Eskişehir Yolu

Hep gitmek istediğimiz noktayı düşünürüz. Amacımız bir an önce oraya varmak ve yolu bitirmektir. Ben seyahatlarime biraz daha farklı bakıyorum. Varılmak istenen noktadan daha çok geçtiğim yollar üstündeki güzellikleri görmeye çalışıyorum. Bu sayede yolun geçtiği yerleşim yerlerini, kültürlerini ve doğal güzelliklerini tanıma fırsatı oluşturuyorum. Diğer bir yandan da amaç bir noktaya ulaşmak ise oraya gidilebilecek alternatif farklı yolları keşfetmeye çalışıyorum.

1998 yılında Mudurnu'ya için gittiğimde oradan Eskişehir'e geçmem gerekmişti.Mudurnu'ya gitmeden önce Eskişehir'e alternatif bir yolu oluşurmuştum. O zamanın haritasında zaman zaman tali yol olarak görülen yolu takip ederek Eskişehir'e gitmeye karar vererek Mudurnu'ya hareket ettim. İşte Abant-Nallıhan-Mayıslar-Eskişehir yoluyla ilk defa 1998 yılında bu şekilde tanıştım. Hani olurda fırsatınız olursa mutlaka alınması gereken bir yol. İç Anadolu'nun o kuraklığından uzak olan bu yol, farklı manzaraları farklı tatları tatmanızı sağlıyor. Yolu ne kadar zamanda alacağınız ise manzaraları ne kadar süreyle seyretmek istemenize göre değişiyor.

En son bu yolu 2007'de doğum günümde Biblo ile birlikte motosikletimizle almıştık. 7 Aralık 2008, Cumartesi sabahtan yola çıkarak, kar düşmeden bir kez daha bu leyifli yoldan seyahat ediyoruz. İlk durak klasik olarak Abant gölü. Abant gölünü Mudanya yolu üzerinden görüntülüyorum.


Abant'tan ayrılıp Mudurnu yolunu tırmandıktan sonra Mudurnu ilçesinin bulunduğu ovaya iniş başlar. 1300 metre rakıma sahip Abant'tan 780 metre rakımlı ova'ya aşağıdaki manzara ile iniliyor.


Ova'da yeni yeşeren ekinler bize eşlik ediyor. Bu yeşili çok severim. Tazeliği bir yandan da bu körpe ekinlerin bir an önce karla kaplanması gerektiğini hatırlatır.


Ovayı bitirip Nallıhan'a erişmek için yine 1,200 metrelik bir dağı aşmak gerekiyor. Biraz önce karşı dağlardan burayı seyrederken şimdi buradayız. Işık arkamızdan geldiğinden daha rahat kare alıyoruz. Geçen sene motosikletle yol alırken sıcakladığımızda suyumuzu içmek ve nefes almak için durduğumuz yerde yine duruyor ve bir kaç kare fotoğraf da buradan alıyorum.


Bu tepeleri aştıktan Nallıhan'dan sağa dönerek Eskişehir yoluna sapılır. Nallıhan ile Mayıslar köyü arasında ilgiçn doğa şekilleri sizi bekler. Aslında bu ilginç doğa şekilleri pek de hayra alamet değildir. Bu şekiller dağlardaki alüvyonların ovaya kayması oluşmuş erezyonu gösterir. Zaman zaman dik kayalık halinde görülen tepelerin çıplaklığı dikkat çeker.






Osmanköy'den sonra yolun sol tarafında Sakarya Nehri karşılar. Artık iklim farklaşmaya başlamıştır. Sakarya Nehri doğdu yerden, Karadeniz'e döküldüğü yere kadar çevresine hayat katmaya devam eder. Taşıdığı alüvyon'lar ve yumuşattığı iklim ile İç Anadolu bölgesinin kuraklığından eser bırakmaz. Yazın buradan geçerken Sarıkaya civarındaki yerlerde satılan sebze ve meyvelerden almadan geçmek olmaz. Doğrudan tarladan satışa sunulan domatesin ve salatalığın tadını az yerde bulunur. Hani vardır ya o doğal kokulu domates, işte burada bulabilmek mümkün.
Mayıslar köyünden sonra başlayan tırmanışın sonunda Hekim Dağı sizi karşılar. Hekim dağını aşıp aşağıda geçtiğiniz noktada Eskişehir'i görünür. İşte bu noktada iklim değişikliği öyle farklıdırki sizi bir anda İç Anadolu'nun sert iklimi ve kurak ortamı karşılar.