19 Aralık 2008

Kanyon ve Su : Pınarbaşı, Kastamonu

Bundan 2 yıl önce doğu Karadeniz gezimize başlarken geçmiştik Kastamonu bölgesinden. 8 günlük kısa bir gezi zamanı olunca bu bölgede sadece Safrabbolu'da gezinmiş ve Bulak mağarasını gezerek doğrudan İnebolu'ay geçmiştik. O gün bu gündür sürekli aklımdadır bu bölge. Bayram'da aile ziyaretleri sonrasındaki tatil fırsat bilip bu bölgeye geldik. Şimdi ilk demiri attık ve daha çok demir atacağız sanırım.

9 Aralık 2008'de gittiğimiz Pınarbaşında kar bize süpriz yaparak yolda karşıladı. Bu karşılamaya sevinmedim dersem yalan olur. Hem yolu keyifli kıldı, hemde o keskin soğuğu bir nebze olsun azalttı.

Küre dağları milli parkını Bartın ile ile birlikte barındıran Kastamonu, aslında il merkezi değil daha çok çevre ilçeleri ile ilgi çekiyor. Bu bölgede gezilip görülecek çok yer var. Pınarbaşı ilçesi ise en başında geliyor. İlçe'nin Valla kanyonu, Ilıca Şelalesi, Horma Kanyonu, Ilgarini Mağarası ile bilinmektedir.

Doğa güzelliklerinin yanısıra bölge folklorik kültürde yaşatılmaya devam etmektedir. Genç kızından yaşlı ninesine kadar halen günlük olarak folklorik giysileri giymektedir. İlk gördüğümde bayram dolayısıyla bu şekilde giyindiklerini sanmıştım. Sonra herkesin üstünde aynı giysileri görünce bu giysileri günlük olarak giydiklerini öğrendim. Bunu ilk anda inanmak zor oluyor ama bayramdan sonra köy evinde günlük yaşantısı içinde de hanımları bu kıyafetleri ile görünce inanıyorsunuz.




Pınarbaşı doğal güzelliklerine ek olarak Küre Dağları Milli Parkının hemen yanıbaşındadır. 80.000 hektarlık tampon bölgesi ile 37.000 hektarlık alana sahip milli park doğal yaşımı ve ormanı koruma altındadır. Bu bölgede mevsim ve gözlem saatine göre kolaylıkla ayı, karaca, geyik ve domuz görebilmek mümkün. Orman ağırlıklı göknar ve kayın ağaçlarından oluşmakta. Diğer bir yandan da yalancı maki ile bol bol karşılaşıyorsunuz. Yalancı maki diye adlandırılan bitki örtüsü tepelerde gezinmeyi son derece zorlaştırıyor. Ancak kayın ve göknar ormanları arasında gezinmek ise oldukça keyifli.

Pınarbaşında biz konaklama için Paşa Konağını tercih ettik. Paşa konağı 200 yıllık olduğu söylenen bir konak. Ama buralarda paşa ne arasın dedik ve hikayesini öğrendik. Kalabalık bir aile olan köyün ağasının konağıymış. Ağa'nın hanımı beyine "Paşam" diye eslenince o zamanlardan "Paşa'nın konağı" olarak kalmış. Şimdilerde ise konaklama tesisi olarak hizmet veren konakta pek çok şey bozulmadan bugünümüze kadar gelmiş. Konağı WWF Türkiye Doğal Hayatı Koruma derneği ve Garanti Bankaı katkılarıyla 2001 yılında restore edilmiş. Kısaca doğayı, köy ve folklorik yaşamı sevenler için enfes bir konaklama yeri. Detaylı bilgiye http://www.pinarbasim.com/ adresinden erişebilirsiniz.



Büyük kütüklerden yapılan bu evlerin alt katları günlük kullanımda ahır olarak kullanılırmış. Üst katlar ise konaklama. Ahırdan koku gelmesini önlemek amacıyla kütüklerle kaplı zeminde, kütükler arası toprakla kaplanmış durumda. Evlerde bir tane çivi kullanılmadan kütüklerin birbirine geçmesi ile monte edilmişler. Ancak gün gün bu evler bakımsızlıktan harabereye dönmekte veya yerlerine betonerme ev yapıldığından yok olmakta.

İlk gün karelediğim ahır:
Dönüş yolunda karelediğim başka bir ahır
Pınarbaşı adını ilçe sınırları içinde doğan ve Zara çayına katılan pınardan almakta. Oluk oluk dağın yamacından fışkıran pınarı hemen Paşakonağının yanında yer alıyor.


Gezimizin ilk ziyaret yeri Ilıca şelalesi oluyor. Yolu bu mevsimde oldukça çamurlu. Aslında böyle olması çevreyi kirletme olasılığı yüksek ve piknik veya yeme, içme amaçlı eşya taşımayı amaçlayan kişileri engelleyici olması sebebiyle yolun durumunu iyi buluyorum. Tabi bu yol Biblo ile çokda zorlayıcı değil.


Ilıca şelalesinin kendisi kadar çevresindeki yosun tutmuş ağaç dallarıda ilginç görüntüler veriyor. Hani hep masal ormanları çizimlerinde olan bol yeşilli ağaçlara benziyorlar. Masalımsı bir hava etrafımı kaplıyor. Ilıca şelalesi yaklaşık 10 metre yüksekten dökülen Zara çayı ile oluşmuş. Zara çayı ise Horma kanyonunu aşarak buraya geliyor. Şelalenin oluşturduğu havuza yazın mutlaka girmek lazım. Zaten doğal bir çakıldan kıyısı olan havuz.


Biblo Ilıca Şelalesinde dinlenirken
Ilıca şelalesinde suyun sesini dinleyip, dinlendikten sonra şelalenin yukarısında sonlanan Horma kanyonuna doğru gidiyoruz. Bu mevsimde buralarda yürümek için çamurda yürümeye uygun bot olmasında fayda var. Yürüyü yolunda yapılacak ufak bir hata ciddi yaralanmalar veya sonuçlara sebebiyet verebilir. Baton ve bot ile daha konforlu ve emniyetli yürüyüş yapmak daha mümkün. Ilıca şelalesine Ilıca köyünden 5-6 dakikada, şelaleden Horma kanyonu sonuna erişim ise 7-8 dakika civarında.

Horma kanyonu sonu ve şelalenin hemen üst tarafı
Ilıca köyünden geri dönerken Park Ilıca tesislerinde kurban bayramı geleneksel yemeğine denk geliyoruz. Tesis sahibi bizi hemen içeri buyur ediyor. Aç değiliz ama yapılan et yemeği ve pilavı yinede afiyetle yemeden duramıyoruz. İşte ilk yöresel kıyafetlerle burada karşılaşıyoruz. Burası da alternatif konaklama yapılacak yerlerden biri.

Ilıca Köy'ünün sıcak ilgisi ile çaylarımızı bitirdikten sonra Kokurdan yaylasına doğru çıkıyoruz. Yayla yolu son derece düzgün. Ilıca köyün'den ise yaklaşık 20 dakikalık mesafede. Yukarı doğru çıktıça etrafı kar kapmalaya başlıyor. Yaylaya varmadan hemen önce gördüğüm kızak ilgimi çekiyor. Acaba kullanan var mı?

Yayla kar altında. Biblo kısa bir yürüyüş sonrasında üşüyüp arabaya giriyor. Yayla'nın devamı Kanyona tepeden bakan bir noktaya çıkıyor ama biz devam etmeden geri dönüyoruz.

Yayla yolunda pek çok mahalle var. Bazı mahallelerde yoğun bir bayramlaşma ziyaretini görebilmek mümkün. Bu mahallelerden bazıları 10-15 civarında evden oluşuyor. Duman tüttüğünü görünce halen yaşayanlar olduğunu anlaşılıyor. Köylülerle sohbetlerimizde bazı evlerde yaşlı köylülerin, bazılarında ise köyde bulunan halkın ikinci ev olarak kullanıldığını söylüyorlar.

Sonrasında ise Valla kanyonuna doğru ilerliyoruz. Valla kanyonu dünyanın dördüncü, Türkiye'nin ise en büyük kanyonu. 12 KM uzunluğundaki kanyonun girişi Valla köyünden doğru. Öyle derin bir kanyonki yüksekliği bazı yerlerde 1200 metreyi buluyormuş. Kanyon'dan geçen çayın adı Devrekani. Bu derin ve dar kanyona giderken Valla köyü başka bir görsel şölen sunuyor. Valla köyünden manzaralar öyle güzelki. Baharda burada bir kaç günümüzü geçirebiliriz.

Valla Köyü'ünün yeşil otlakları. İlkbaharda görmek lazım.

Valla köyüne gelmeden Valla kanyonundan ilk kareleri alıyoruz.

Valla köyü'ne vardıktan sonra yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüş ile Valla Kanyonu seyir terasına varmak mümkün. Yol ise bu mevsimde ayrı bir güzel. Biblo yolu sevmiş olacak ki seke seke yürüyor.


Valla Kanyonu seyir terasında bir kare.

Pınarbaşı aslında küçük bir kasaba görünümünde ama İlçe statüsüne kavuşmuş. İlçe'nin merkezinde pek çok şey bulunabiliyor. Pek çok yerde olduğu gibi en lüks dükkan Turkcell bayisi. Hemen kavşakta bulunan restaurant'da ise yöresel yemekleri bulmak mümkün. Gerçi kurban bayramı olunca biz ancak buğday ve etsuyu ile yapılan Keşkek çorbasının tadına bakabildik.

Cumartesi günü geri dönüş yolculuğuna başladık. Yoldan aldığımız keyif bizi epey yavaşlatıyor. Yoldan manzaralar


Pınarbaşın'a giderken uğradığımız Safranbolu'ya dönerken de uğruyoruz. Hemen Hamam'ın yanında bulunan Kadıoğlu Şehzade Sofrası'nda yemeğimizi yiyoruz. Yörenin Kuyu Kebabı, bükmesi ve şehzade pilavı meşhur olduğunu öğrenip bunları deniyoruz. Bu arada Biblo araçta bizi alacağı ödül için bekliyor. Bunun sebebi araçta beklediği için her dönüşte mutlaka ödül veriyoruz.

Ispanaklı Bükme

Yemek sonrasında ise bir Türk Kahvesi keyfinin iyi olacağını düşünüyoruz. Yine Hamam'mın yanında bulunan İmren Şekerlemede sunumu hoşumuza giden kahvenin sonrasında lokumlarımızı alıp Safranbolu'dan ayrılıp evimize dönüyoruz. Paşa konağında oldukça ilgimizi çeken Aspeg grubu ile tanıştık. Aspeg Anadolu Speleoloji Grubu veya Mağaracılık Grubu'da diyebiliriz. Gruptaki herkeslede kanımız uyuşunca tabiki onlarında bize bu gezimizin biraz daha farklı ve güzel bir amacı oldu. Aspeg 'daki ekip çalışması ve mağara keşif sonuçlarının değerlendirilmesi, rapor edilmesi ve mağara çizimlerinin yapılması işin ne kadar ciddi yapıldığını da gösteriyordu. Aspeg aslında gönüllülerden oluşmuş bir grup. Hem geziyorlar, hem mağara keşiflerini gerçekleştiriyor hemde bu bulguları paylaşmak üzere çizim ve ölçümleri yapıyorlar. Bu sayede az fikir sahibi olduğumuz Türkiye'deki mağaraları keşfediyorlar. Atlas Dergisinin Aralık sayısında bu yaz buldukları Türkiye'nin 9.mağarasından söz ediliyordu. Aspeg grubu ile Pınarbaşında yaptıklarımızı başka bir başlık altında anlatacağım.

Hiç yorum yok: