Cumartesi günü çalışmakla geçti. Fakat akşam üstüne doğru fark ettim ki, hafiften şifayı kapmışım. Bu yüzden Pazar günü gezi konusunda tereddütüm doğdu. Ancak akşam sevgili çoçukluk arkadaşım ile konuşurken yarın kısada olsa bir gezi yapalım, karlı dağlara gidelim istedik. Karlı tepeler diyince aklıma ilk gelen yer sıkça gittiğimiz yine Aytepe oldu.
Biblo her nedense bugün durgun. Evden bile çok çıkmak istemedi... Neyseki arabaya binince gezi havasına girdi. 55 Dakika sonra Aytepe eteklerindeki Yuvacık barajına vararak gezi başlangıç noktamıza gelince her zamanki gibi barajın su seviyesine baktım. Ancak hiç bir değişiklik yok. Baraj su seviyesinde bir iyileşme yok. Hatta neredeyse kötüleşme var diyebilirim.
Geçen sefer Tepecik köyüne geldiğimizde karla ilk karşılaşmamız 700 metre civarında olmuştu. Ama bu sefer 500 rakımda kar iyice görünmeye başladı. İlk durağımız Muhtar'ın yeri. Orada çayımızla birlikte sohbetten sonra yola koyulduk.
Yolda durup bir kaç kare fotoğraf aldıktan sonra yolumuza aynen devam...
İlk durduğumuz yerde hemen Biblo da aşağı inerek karın keyfini çıkartmaya başlıyor.
Hava o kadar güzelki.. Üşümüyoruz. Her yer karlarla kaplı. Özellikle ağaçların karla örtülmüş bembeyaz halleri keyif almamıza yetiyor. Bir ara durup bu ortam içinde Murat'la sohbet ediyoruz.
Özellikle aşağı yürürken zorlanıyoruz. Malum benim burunlar tıkalı. Balık gibi ağzım açık nefes alıyorum. Murat'ın ise diz kapaklarında sorun var. Bu yüzden yürüşümüşü kısa kesip tekrar geri dönüyoruz.
Yukarı araçımızı bıraktığımız yere gelince ince bir havlama sesi bizi karşıladı. Bu ses nereden geliyor derken, hemen yolun sağında ufaklığı gördüm. Biblo'ya bakarak havlıyor ama bir o kadarda çekiniyor. Gel ısrarımız ve Biblo'nunda ona havlaması ile yanımıza geldi miniklik.
Adını bilmediğimiz ufaklığı biraz yemek ödülü vererek Aytepe'den inişimiz başladı. Aşağıda inerken biraz zayıf bir umutla geçen sefer gördüğümüz buz sarkıtlarını olduğu kayalığa gittik. Ancak havanın yumuşaklığından kayadan duvar üstüne hiç bir buz sarkıtı kalmamış. Ama köprünün altından akan dereyi fotoğraflamayı bu sefer ihmal etmedim.Yuvacık barajının sonunda hep gördüğümüz "Mahir'in Yeri" yere hep uğramadan geçerdim. Ya giderken biran önce tepelere gitme hevesimden yada dönerken az vaktim kaldığımdan bir türlü uğramadım. Neyse bu sefer hemen dere kenarında kurulan bu güzel yere giriyoruz. Murat sobanın kenarından yerini aldıktan sonra bizde Biblo ile dere kenarında ufak bir gezinti yapıyoruz. Bu dere üzerinde toplamda üç tane un değirmeni var. Genellikle mısır unu yapıyorlarmış. Suyun akış hızı ile çalışan bu değirmenler halen faal.
İki değirmen uzakta görünüyor.
Murat'la karnımızı doyuruptan sonra gazetelerimizi okurken Biblo benim montum içinde uyuklamaya başladı bile. Soba ateşinde pişen çayımızı da içtikten sonra eve dönüş yolculuğuna geçerek bu haftaki gezimizi de tamamladık.