1 Mart 2009

Pembe Kayalar, Kefken

Güzellikler hep uzakta mıdır? Hani değişik olan şey güzel gelir. Alışınca ise bayağı olur. Sanırım bu yüzden de uzakta olan değişik güzellikler muazzam gelir. Herkes Maldivler, Sri Lanka peşinde koşturur. "Yakın çizgi bulanık gözükür" derler. Kaba tabiri ile "Burnunun uçunu görmüyor" derler.

Türkiye öyle güzelliklere sahipki, her geçen gün yeni bir tanesini öğreniyor, listeme ekliyorum. Son olarak Pazar günü gazete haberine dikkat kestim. "Konya'da 200 metre çaplı obruk oluştu". Hemen gidesim geldi. "Git oğlum git" dedi bir ses ama hayatın gerçeğinde yarının iş günü olduğu daha ağır bastı.

Elbette Dünya'nın güzelliklerini görmeli ama çok da uzaklarda aramamalı. Ben yaşadığım bu topraklardaki güzellikleri görüp, elimden geldiğinde çevreme anlatarak, korunması yönünde katkıda bulunmaya çalışıyorum. Çünkü içinde bulunduğumuz, yakınında olduğumuz güzelliklerin farkında değiliz. Bana yine de şu ters geliyor: "Çöpünü, kirini, havasını kirlettiğin yerde çalış, sonra paranı cennet diye sandığın Dünya cennetinin bir köşesinde harca"...Dünya'yı görmek, gezmek bende istiyorum. Geçenlerde Biblo yurtdışına çıkabilsin diye çip bile takdırdık. Ama "Cennet Ülkeni de gör"

İşlerin yorgunluğu sanırım, bu ara uzaklara gidemiyoruz. Hafta içi rüzgar görünce Karadeniz'in hırçın dalgalarını anımsadım. Kimbilir nasıl çarpıyorlardı kıyıya, kıyıdan yükselip nasıl havayı ıslatıyor, taze bir deniz havası yaratıryordur etrafta diye düşüncelere dalmışken aklıma Kefken geldi. Son olarak motosikletle Batı Karadeniz turumda uğradığım Kefken dalgalarla dövülüyor ve yağmur gelmek üzere olduğu için hızla İstanbul'a dönmüştüm.

Şimdi 1.Mart Pazar günü olduğunda yine vakit Kefken vakti olarak göründü gözüme. Nuray, Biblo ve ben ailecek koyulduk yollara. Bu yollar artık benim yollarımda. Defalarca aldığım Kandıra yolu bilindik ve klasik olduğundan hep keyifli gelmiştir. İlk önce yolumuzun üzerinde bulunan Kerpe'ye uğradık, ancak in-cin top oynadığını görünce, burada oyalanmayıp Kefken'e geçtik.

Kefken'e ilk girişte kurulu mini pazar dikkatimiz çekti. Hani şöyle göz ucu ile bakmam karnımın zil çalmasına sebep oldu. Limanda bulduğumuz "Liman" balık restaurantına dalıverdik. Balıklar güzeldi güzel olmasına ama Sünnet Gölünden dönerken "Hanım'ın Yeri"nde yediğimiz Hamsi halen aklımdan çıkmıyor. Liman Restaurant yeri güzel ama yağın kalitesine çok önem vermiyorlar. Fiyatları ise İstanbul şartlarına bile normal kalıyor. Daha uygun olmasını gerekirdi. Çünkü Kefken Balıkçı kasabası.


Sonra Cebeci istikametinde bulunan Pembe Kaya'lara doğru ilerliyoruz. Karadeniz beklediğimizin gibi değil. Ne dalgaları dövüyor, ne de havaya deniz kokusunu yayıyor, oldukça sakin. Pembe Kayalar mevkiinde deniz içinde düzgünce ayrılmış kayaları görünce, bu kayaların yapısını merak ettim. Suyun içinde yumuşak ve rahat kesilebilen kayaların bu özelliği keşfedilince Osmanlı döneminde dikdörtgenler şeklinde kesilerek,Sultanahmet Cami dahil pek çok yapının inşasında kullanılmış.

Kefken'ini bilinen bir doğa güzelliği de Kefken Adası. Uzaktan görüyoruz Adayı. Bu yüzden şimdilik ilgimiz dışında.
Pembe kayaların adı ise kayaların pembemsi rengingen geliyor. Güneşin batışındaki renk çümbüşü ile eminim daha güzel olan bu kayaları asıl ilginç yapan bu jeolojik yapısı. Bunun dışında Ağva tarafında gördüğüm kıyılar bana daha güzel ve ilginç geliyor. Aslına bakarsak Ağva ile Kefken arasındaki kıyılarda halen pek çok bakir alan var.




Biblo ise ortamı sevdi. Kayaların üzerinde hop oraya hop buraya koşup durdu. Biblo genelde doldurma kıyılardan kesinlikle hoşlanmaz. Ama doğal yapılarda kıyıya kadar güvenle yanaşır ve ben olmadan gezinebilir. Sanırım patilerinden hissettiği titreşim ona bu konuda bilgi veriyor. Bu titreşim hissi bana pek çok bina hakkında da bilgi veriyor. Örneğin Ağaoğlu Eltes güneşinde apartman içinde rahatlıkla yürüyken, farklı bir yerdeki binadan koridorda sadece duvara yapışarak daha az titreşimin olduğu yerden yürüyor. Hani kalite kontrol açısından Biblo'nun hissettiklerine son derece güveniyorum.


Kefken Pembe Kayalarda dolaşıp, etrafı seyredip, limana dönüş yapan balıkçıları selamladıktan sonra Kefken'den ayrılıyoruz. Kefken bir şeyler yapılmak için çok zengin bir yer değil. Ama Deniz'i için ve Pembe Kayalar'ı görmek için gelinebilir. Yine de tekrar gelinebilecek yerlerin listemde yer almıyor.

Kefken'den dönerken Akçakoca Anıt'ına da uğruyoruz. Kocaeli Fatihi olarak bilenen Kumandan Akçakoca'nın mezarının bulunduğu yer 1974 yılında Kocaeli valisi Ertuğrul Ünlüer tarafından inşa edilmiş. 12.yy'da yaşayan Kandıra Beyi Akçakoca adı ise sadece bu Bey tarafından kullanılmıştır. Osmanlı'nın kuruluş aşamasında, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi ve Orhan Gazi'nin silah arkadaşı olarak bilinmekte.

Akçakoca anıtın'dan ayrıldıktan sonra Kandıra merkezine de uğrayıp bir tur atıyoruz. Çeşme kenarındaki yaşlı amcalarda hem sohbet edelim, hemde soralarımıza cevap bulalım diyoruz ama sorduğumuz soruların cevaplarına farklı cevaplar veren yaşlı kasabalılar, kendi aralarında tatlı bir tartışmaya tutuşunca cevapları almaktan vazgeçip yanlarından aryılıyoruz. Kandıra'dan Manda-İnek karışımı yoğurduğumuzu üstündeki kalın kaymağı ile birlikte alıp, İstanbul'a evimize dönüyoruz.

Kefken ve Kerpe'ye hani yolunuz düşerse uğrayın. Bu güzelim kasaba İstanbul ve İzmit'e bu kadar yakın olmasına rağmen daha güzelleştirilebilirken, hani doğayı seven, denizini eşsiz bulan şehirlilerin istilasına uğrayarak doğrudan betonlaşma tercih edilmiş. Belediye ve ilgili makamlar günü kurtarma derdine yasal dayanaklarla da bu kadar yoğun imarlaşarak Karadeniz'in önüne bir set daha örmeyi becermişler.

Hiç yorum yok: