5 Ekim 2008

Gökova'nın Amazon'u

Bayram tatilimizin 3 gününü Datça Yarımadasında geçirdikten sonra, adını duyduğumuz Amazon'a da iki günümüzü ayırmak istedik. Amazon Gökova körfezinde bördübet bölgesinde yer alıyor.Amazon tamamen doğal bir koyun bitiminde yer alan ve doğayla başbaşa zaman geçirilecek güzel bir yer. Amazon'un tanıtımı için çok da güzel bir web sitesi hazırlamış (http://www.klupamazon.com/ ) 1982 yılında karı-koca tarafından kurulan bu işletme şimdilerde ikinci nesil tarafından işletiliyor.

Amazon aslında modern bir kamping alanı. Hani çadır zorluğuna girmek istemiyor ve doğayla güvenle başbaşa kalmak istiyorsanız güzel. Biz sadece 8 m2 Vardoda kalıyoruz. Küçük ama iyi düzenlenmiş. İçinde minibar bile var. Hemen kapısının önünde masanız, şezlong ve hamakta bulunuyor. Ağaçların altında kaldığınız bu alan aslında keyifli. Ancak çoçuklu kalmak için Çingene arabalarını daha iyi olacaktır. Çünkü vardo'ların tuvalate ve banyosu size ait ama dışarıda yer alıyor.
Amazon'da tam pansiyon konaklama yapıyorsunuz. Fiyatlar ise son derece uygun. Kahvaltı ve yemekler ise enfes. Akşamları üzüm bağının altında loş ışık altında özenle şeçilmiş müzik eşliğinde yemek yemek keyif veriyor. Sürekli etkinlik var. Sabahları 06:15'de balık avına çıkılıyor. Gece 21:45'de ormanın ortasında açık hava sineması var. Filmler yine özenle şeçilmiş. Yıldız şöleninin ve ormanın ortasında hafif serin rüzgarla film keyfi başka oluyor.

Amazon'unun yanında bir dere bulunuyor. Dere hemen bu koya akıyor. Amazon'un sahiline ister yürüyerek ister kano ile erişebiliyorsunuz. Amazon'un sahili hemen derinleşen bir dere ile denizin birleşim yerinde. Bu yüzden deniz maalesef çok berrak değil. Ama tatlı su balıklarını görebiliyorsunuz.

Amazon'un denizi böyle olunca bizde civar koyları keşfetmek istedik. Bu koyların bazılarına inmek çok kolay değil. Kayaların üstünde, maki bitki örtüsünün içinde geçerek erişilebiliniyor. Amazon'a gelirken gördüğümüz harika koya geri dönerek ve burada dalışımızı yaptık. Deniz billur berraklığına sahipti. Üstelik koy bakir olduğu için su altı yaşamı da son derece zengin.

İşte girdiğimiz koy:

Koy'a daldığımızda su altında da renginin turkuaz olduğunu gördük. Tabi bu zeminin ışığı yansıtması. Koy'un girişi taşlık ve zaman zaman deniz kestaneleri var. Mutlaka deniz patiği veya palet giymekde fayda var. Dipte hiçde görmeyi umut etmediğimiz vatoz balığı ile karşılaştık. İlk karşılaşmamızda kumun rengini almış halde dipte duruyordu. Üstünde de parazit balığı vardı. Bir süre seyrettikten sonra dalıp bir kaç kare fotoğrafını çektim.

Koy o kadar keyifli ki, Biblo kıyıda beklemese daha da uzun zaman duracağım. Güneşten rahatsız olmaması için Biblo'ya havludan gölgelik alan oluşturduk. Tam Biblo'nun yanına geri dönecektim ki kıyıya yakın başka bir vatoz'la karşılaştım. Beni görünce hemen yüzmeye başladı. Yüzmüyor sanki uçuyordu. Fotoğraf makinesinin pili bittiğinden video kaydını alamadım ama bir süre onu izledim. Göğüs yüzgeçlerini çırpası sanki bir kuşun kanat çırpasına benziyor.

Bu civarda girilesi pek çok koy var. Diğer beğendiğimiz koy:

Vakit akşamüstüne yaklaştığında koyu terk etmek zorunda kalıyoruz ve Amazon'a geri dönüyoruz. Amazon'un çevresinde ve yakınında herhangibir yerleşim birimi bulunmadığı için yıldızları net bir şekilde gözlemlenebiliyor. Sabah kahvaltısından sonra çevreyi gezmek için kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Hemen Amazon'un yanında bulunan derede Su Kaplumbağaları ilgimizi çekiyor. Sayabildiğim su kaplumbağası sayısı 7-8. İşte su kaplumbağaları:

Başka bir zamanda suyun dışına çıkmış, onları dinlenirken yakalıyorum.
Ertesi gün sabah kahvaltısından sonra Marmaris Bozburun civarını görmek ve sonraki gezilerimizi için fikir edinmek için yola çıkıyoruz. Kısa bir Marmaris turundan sonra yönümüzü Bozburun yolu üstündeki Orhaniye'ye çeviyoruz. Orhaniye Kızkumu ile ünlü. Buranın yine efsanevi bir hikayesi var. Ancak aslen Orhaneli vadisinden akan bir akarsuyun taşıdığı kumların birikmesi sonucunda deniz içinde doğal bir yol oluşmuş. Ayak bileklerinize gelen bu çakılların üzerinde deniz içinde yürüyebiliyorsunuz. Çıplak ayakla yürümek zor. Tatlı su çakılları sivri ve ayakları açıtıyor. Bu yüzden terlik veya sandaletle ile yürüyüşe başlamakta fayda var.

Orhaneli Kızkumu'dan çektiğimiz kareler Biblo'yu sürekli kucağımda taşıdım ama iyice sığ olan kısımda yürümesi için bıraktım. Tabiki hemen beni alın diye kucak istedi.
Turgut Köy'ünü görmek üzere Kızkumu'nu geri de bırakıyoruz. Tatil planını yaparken Turgut Köyü de konaklama alternatiflerimizin arasındaydı. Ancak gördükten sonra Datça'da konaklama kararı ile doğru bir karar verdiğimizi düşünüyorum. Çünkü Turgut son derece küçük ve çokda güzel olmayan bir sahile sahip. Günü birlik gelinebilir. Ancak deniz'i Datça'nın denizi ile karşılaştırmak çok yanlış olur. Koyu hızlı akan bir dere besliyor ve suyu serin. Datça'nın o turkuaz rengini burada bulamıyorsunuz. Sahil'de ise in-cin top oynuyor adeta. Ama kalabalıktan uzakta, sakin tatil için ideal bir yer. Üstelik son derece berrak akan deresi ise ilgi çekici.

Turgut:
Turgut sahilinde kısa bir yürüyüşten sonra Selimiye'ye doğru yola çıkıyoruz. Selimiye büyük kapalı bir koya sahip. Deniz berrak ve çakıl. Selimi'ye de de Turgut'da olduğu gibi büyük bir dere denize dökülüyor. Akşam güneşi batmaya yakın olduğu için burada fazla oyalanmadan Amazon'a geri dönüş yolculuğumuz başlıyor.
Bu gün yaptığımız kısa keşif gezisi son derece faydalı oldu. Bu bölgeye gelmek yerine Datça'nın denizi, çevresi ile daha iyi olduğuna karar verdim. Özellikle dereleri oldukça ilgimi çekti. O berrak derelerde yüzmek ve sualtını incelemek keyifli olsa gerek.

Cumartesi günü İstanbul'a dönüş yolculuğumuz başlıyor. Uçağımız saat 12:55'de kalkıyor. Sabah kahvaltımızı erkenden yapıp yola koyuluyoruz. Gökova-Fethiye kavşağında Aşıklar yolu diye tabir edilen asırlık ağaçlardan oluşmuş uzun bir yol vardır. Bu yolun sonunda da hemen ilk sağda bir köy fırın ve restaurant'ı bulunur. Yıllardan beri şeklini değiştirmeden müşterilerine hizmet verir. Buraya daha önceden iki kere gelip, yediğim her şey damağımda kalmıştı. Bu yüzden buraya uğramadan geçemedik. Buranı kahvaltısı, tostu ve ayranı meşhurdur. Iyi kahvaltı yapmama rağmen tost ve ayranını içmeden yapamadım.

Bayram tatilini yine güzel bir gezi ile sonuçlandırdık. Ülkemizin yine güzel bir köşesini gördük, az çok tanıdık. Datça yarımadası ve Gökova körfezini daha iyi tanımak için daha çok gelip gideceğiz. Şimdilik keşif niteliğindeki gezimiz pek çok bilgiye sahip olmamızı sağladı.

4 Ekim 2008

Datça Yarımadasındayız

Uzun bayram tatili gelip çattığından gitmek istediğimiz bölgeleri şöyle bir sıraladık. İş yoğunluğundan gezi öncesi çok iyi plan yapamadığımızdan pek çok yeri elemek zorunda kaldık. Klasik olarak hava durumu, yol şartları vb. gezimize etki edecek unsurları da göz önünde bulundurarak Datça'ya gitmeye karar verdik. İstanbul-Datça arasındaki mesafe 955 KM oluncada bu sefer tercihimiz Uçak oldu. Henüz kalacak yerimizi ayarlamadan gidiş-dönüş uçak biletlerimizi ve aracımızı kiraladık. Sonrasında Biblo'nunda kalabileceği konaklama yerini de ayarlayarak tatil planımızı hazır hale geldi.

Datça dantel gibi kıyı şeridi olan, pek çok irili, ufaklı koyları barındırdığı gibi doğasıyla da görmeye değer Ege'nin güzel yarımadası. Datça'da bir yandan tatil yaparken, bir yandan da sonraki gelişlerimiz için keşif gezileri yaptık. Bir bölgeye gittiğimiz zaman oraya uğramak, orada iki-üç gün geçirmek orayı algılamaya yetmiyor. Gezilerimizde aynı yere pek çok kez giderek oradaki hayatı, doğal güzellikleri ve oranın kültürel ve insanını tanına biliniyor. Bu yüzden Datça'yı gittip gördüm diyebilirim, ama oraları biliyorum demek için gidilen yeri tanımak gerekiyor. Klasik tatil anlayışımız gidip tatil şehirciklerine mahkum olmamak olduğu için çevremizi bol bol geziyoruz.

İlk konaklama yerimiz Haziran 2008'de faaliyete geçen genç tesis Flow. Datça'ya 10 Km uzaklıkta bu tesis, Datça'nın mimarisine yakın olması için taş evlerden yapılmış. Oldukça temiz ve geniş bir alana kurulu Flow, Biblo'nun da seveceği mekan türünde; bol bol biçilmiş çim var. Uygun fiyatla konaklayabiliyorsunuz. Üstelik güleryüzlü personeli ile hizmet kaliteleri iyi ve sakin bir ortam. Flow hakkında detaylı bilgiye http://www.flowdatca.com/ adresinden erişebilirsiniz.

İşte Flow'dan görüntüler:



Ovabükü, Hayıtbükü, Kızılbük
Pazartesi sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra deniz'e girebilmek için hemen büklerin yolunu tutuyoruz. Hava durumundan baktığımız kadarıyla rüzgar Kuzey-Batı'dan esecekti. Sabahtan hemen rüzgarın etkisini görüyoruz. İlk durağımız Ovabükü. Ancak bu koy Batı rüzgarlarına açık olduğundan deniz dalgalı ve fazla rüzgar alıyor. Denize girmek için fazla rüzgarlı olduğundan oyalanmadan Hayıtbükü'ne geçiyoruz.

Ovabükü:Ovabükü ile Hayıtbükü Mesudiye Köyü'nün hemen altında bulunuyorlar. Yanyana olan bu koylar arasında ise 3-4 KM mesafe var. Mesudiye'den sonra sola saparsanız Ovabükü, sağa dönerseniz Hayıtbükü'ne erişiliyor.

Hayıtbükü'nde ortam tamamen farklı. Rüzgar az, denizde ise dalga neredeyse yok. Rüzgarlara kapalı bu koy gayet korunaklı. Hemen kumsalda yerimizi alıp, denize giriş için hazırlanıyoruz. Benim hazırlığım biraz uzun sürüyor. Dalış paletleri, fotoğraf makinesini su altına hazırlama gibi işler yaklaşık 3-4 dakikamı alıyor.

Hayıtbükü:
Sulara kendimi attığımda ılık bir suyla karşılaşıyorum. Su enfes berrak ve sıcaklığı ise oldukça iyi. Meteroloji sitesinden aldığımız bilgiye göre suyun sıcaklığı 26 derece. Hayıtbükü ağırlıklı kum zemine sahip; sonraki zamanlarda da göreceğim gibi tüm bükler kum veya çakıl zemine sahip. Deniz ise iri taneli kumun sayesinde oldukça berrak. Hayıtbükü'nde kıyı deniz altı çok zengin değil, klasik Ege-Akdeniz balıkları ve farklı olarak dil balıklarını izleme imkanı buldum. Hatta bir tanesi ile daireler çizip durduk.

Hayıtbükü'nde tek tehlike iskeleye yanaşan yat ve tekneler. Bir Amerikan bayraklı yatı 10-15 metre kala fark ederek, palet vurarak kaçabildim. Bu yüzden iskele civarında dolaşmamak gerekiyor. Açıkda da aynı durumla karşılaşmak mümkün. Bu yüzden koyun daha sakin olan sağ tarafı yüzmek ve deniz gözlemi için iyi.

Karnımız açıkınca o bölgenin en eskisi ve yemekleri ile tanınan Ogün'ün yerinde yemeğimizi yiyiyoruz. Klasik kebap yemeklerin tersine, ev yemekleri yapıyorlar. Mutfağa girip seçmek serbest. Şehriyeli tavuk ve etli patlıcan tercihimizle iyi bir karın doyurduk. Ogün Bey 1972 yılından bu yana Hayıtbükü'nde yer alıyor. Yatlara ve kumsaldaki tatilcilere hizmet veriyor. Her işe kendi koşturduğundan ve eleman yokluğundan sıkıntı duyuyor. Bu yüzden servislerin de zaman zaman aksama olabiliyor.

Yediklerimizi eritmek ve çevreyi dolaşmak üzere kumsalda yürüyüşe başlıyoruz. Koyun doğu tarafına doğru 15 dakikalık bir yürüyüşle Kızılbük'e erişiliyor. Kızılbük enfes güzellikte. Bu koyda kurulu Kızılbük ahşap evleri ise kalınmaya değer bir mekan.

Kızılbük:


Knidos, Palamutbükü, Datça, Kabakçiceği Dolması ve Damat Tatlısı

Salı günü ise rotamızı Knidos ve Palamutbükü olarak belirliyoruz. Akşam'da Datça şehirmerkezini gezeceğiz. Knidos oldukça eski bir yerleşim birimi. M.Ö. 12 yy. dayanan tarihi var. Gerek tiyatrosu, gerek antik şehir düzeni ile zengin ve Datça yarımadasını kaplayan bir tarih olduğu her şekilde belli oluyor. Antik tiyatro 10,000 Kişi kapasiteli. Datça yarımadasının en batısı olan Knidos'un bir de yarım adası var. Yarımadayı karaya bağlayan yolun iki tarafıda liman. Büyük liman tarafında şu anda iskeleye bağlı yatlar tarafından kullanılmakta.

Knidos Büyük Liman:
Küçük Liman (Kuzey tarafı)
Knidos tepesinin diğer tarafındaki koy:
Knidos'u gezdikten sonra Biblo iyice susayınca limanın orada bulunan restaurant'ta biblo suyunu içerken bizde biraz soluk alıyoruz. Yazın bu saatlerde bu kadar gezmek pek mümkün olmazdı sanırım. Eylül'ün tatlı sıcağı, Datça'nın serin rüzgarı ile birleşince bacaklarınızın ağrıyıncaya kadar gezmek de mümkün olabiliyor.

Knidos'dan ayrılıp gelirken geçtiğimiz Kayaköy'ünde bulunan, ününü duyduğumuz yakamengen restaurant'a uğramak istiyoruz. Ancak restaurant kapalı. Henüz sezon kapanmamışken restaurant'ın kapalı olmasını yadırgıyoruz. Acaba bayramın ilk günümü kapalı diye çevreye sorduğumuzda restaurant sahiplerinin artık sezonu kapattıklarını ve açmayacaklarını söylüyorlar. Bizde Palamutbükü'ne doğru yol alıyoruz. Palamutbükü oldukça büyük bir koy. Datça'nın o turkuaz renginde. Çakıllık olan bu sahil ise oldukça kalabalık. Hayıtbükü küçük ve dar bir sahile sahipken, Palamutbükü geniş bir sahile ve pek çok kalınacak yere sahip. Restaurant'larda yöresel yemeklere rastlamak ise kolay değil. Hepsi kebapçı olmuşlar. Sora sora hem Kabakçiçeği dolması hem de Damat Tatlısı yiyebileceğimiz restaurantı buluyoruz.
Datça'da yeme içme olayında öğrendiğim üç şey oldu. Pek çok gezdiğim Akdeniz ve Ege kıyısında da olduğu gibi burada da aile işletmeleri var. Turizm'i ise yeni öğreniyorlar. Fiyatları sormazsanız tipinize bakarak fiyat belirleniyor. Servisler son derece yavaş. En çok dikkati çekende tüm Datça yarımadası boyunca ne sabah, ne akşamların çay olmayışı. Çay olsa bile güzel bir çay içmek pek mümkün değil. Oysaki bu yaz Kaş tatilimizde çay'ı her zaman taze ve iyi demlenmiş şekilde bulabilmiştim.

Yöre yemeklerini bulmak ise kolay değil. Zorda olsa yiyebildiğimiz Kabakçiçeği dolması. Adı üzerinde Kabakçiçekleri sabah toplanıp, bildiğimiz zeytinyağlı dolma gibi yapılıyor. Güzel hafif tam bir yaz yemeği. Damat tatlası, Eskişehir'de Saray Burma diye bilinen cevizle yapılan tatlının aynısı. Burada Badem'le yapıyorlar. Bu tatlının servisi bize 1.5 saatte yapıldı.

Akşamleyin Datça şehir merkezine gidiyoruz. Datça merkezde ev yemekleri ile ünlü Zekeriya'yı herkes tavsiye ediyor. Güleryüzlülük ve güven bir arada Zekeriye Restaurant'ta. Ne yemek istiyorsanız gidip tezgahtan alıyorsunuz. Bir adisyon vs. tutulmuyor. Yemeğinizi afiyetle yedikten sonra hesabı gidip ödüyor veya görevli personele ne yediğinizi söyleyip hesabı çıkartıyorlar. Kimse ne yediğinizi kontrol etmiyor. Ama kimse bu iyi niyeti de suistimal etmiyor. Datça'ya gidipde Bal ve Badem almamak olmaz. Özellikle kekik balı tavsiye ediliyor. Tam tamına 5 çeşit badem var. Genelde dükkanlarda 3 çeşidi satılıyor. Zeytin, Badem ve üzüm bağlarının bol bol bulunduğu Datça yarım adasında bu doğal ürünlerin tadına mutlaka bakmak gerekiyor.
Gebekumu, Yel Değirmeni, Eski Datça, Kargı Koyu, Akvaryum Koyu

Çarşamba günü hemen yakınımızda bulunan Gebekumu'na gidiyoruz. Bu koyun önemli özelliği kumu. Gebekumu koruma altına alınmış. 7 Km uzunluğundan bu kumsalda sanki kumlar betonlaşmış. Bunun sebebi burada bulunan bir mikroorganizma. Hemen deniz kenarında betonlaşmış gibi görünen kumları görebiliyorsunuz. Sanki birileri burada kumlu harç yapmış. Ancak bunların tamamı doğal. Gebekumu'nda bulunan ada ile kıyı arasında ise kumların birikmesi sonucunda deniz içinden doğal bir deniz içi yol oluşmuş. Sular gelgitle çekildiğinde denizden yürüyerek Ada'ya ulaşmak mümkünmüş. Gebekumu sahilinde yürüyüşümüzü yapıyor ve deniz kenarındaki ilginç taşlaşmış kumları inceliyoruz. Nuray'ın ayakları kuruduğunda pudramsı bir kalıntı kalıyor. Sanırım kumları birleştiren maddede bu olsa gerek diye yorum yapıyoruz.


Gebekumu'ndan ayrılıp Datça yolu üzerinde restore edilmiş Yel Demirmeni'ne uğruyoruz. Yanyana bulunan altı yel değirmeninden iki tanesi restore edilmiş. Bir tanesinin altında restaurant ve cafe olarak hizmet verilmekte. Gezmek ücretsiz ancak biz orayı temiz ve güzel tutan restaurant'ta serinleyecek içeceklerimizi içip hem katkıda bulunuyor hemde serinliyoruz.



Yel Değirmeninden ayrılıp Eski Datça yolunu tutuyoruz. Bu bölgeler birbirlerine son derece yakın. Bu yüzden buraları gezmek son derece kolay.

Eski Datça girişde aracımızı park edip, Eski Datça'nın dar ve taş yollarında sokaklarını geziyoruz. Evlerin bir kısmında halen yerli halk yaşarken, bir kısmıda restore edilerek pansiyon ve restaurant haline getirilmiş. Buraya gelmişken Can Yücel'in yaşadığı evi ziyaret edelim istiyoruz ancak bayram sebebi ile kapalı. Bunun yerine Eski Datça'nın girişde bulunan Can Yücel'in yakın arkadaşının köy kahvesine uğruyoruz. Burada Can Yücel için bir köşe ayrılmış. Bu kahvede kekik çayımızı içip, Kargı Koyu'na doğru yol alıyoruz.

Kargı Koyu Datça merkezden 3 Km uzaklıkta. Şehire yakın olmasına rağmen sakin bir koy. Ama bu koyda Datça'nın o turkuaz mavi sularını çok göremiyorsunuz. Koyun en batısı'na gidip orada restaurant'a giriyoruz. Çünkü amacımız oradan 1.5-2 KM uzaklıktaki Akvaryum koyuna yürümek. Restaurant'da servis yine yavaş ve çay yok. Hesap ise hiç de az gelmedi. Yemeklerini ise çok keyifli değildi.

Kargı Koyu:


Kargı koyunun batısındaki yokuşu izleyerek Akvaryum koyuna ulaşılıyor. Gidiş-dönüş 1 saat sürüyor.
Akvaryum Koyu'na giden yola giderken mutlaka yürüyüş ayakkabısı olması şart. Yol zaman zaman tehlikeli yerlerden geçiyor. Akvaryum koyuna inmek ise sorun. Biz bu yüzden yukarıdan seyretmekle yetindik. Aslında iki Akvaryum Koyu var. Diğeri ise Palamutbükü'nün doğusundan 1 KM uzaklıkta.

Datça yarımadasındaki bu son gecemiz. Bu akşamda Datça merkezi dolaşıyoruz. Buradan ayrılıp tatilimize Gökova körfezinde Amazon'da devam edeceğiz.

Unutmadan hatırlatayım bu bölgede yetişen ve çevre bağlarda bulabileceğiniz yemesi keyifli bir üzüm çeşidi var. Kıbrıs Üzümü ve Verigo diye adlandırmış. Üzümler oldukça iri ve diri. Tatı ise İzmir üzümü gibi çok tatlı değil ama farklı ve yedikçe yediren bir tadı var. Mevsiminde bir salkımının 4-5 kg gelebileceğini söylüyorlar.

Datça yarımadasının denizi, koyları oldukça güzel. Yeni yapılan yolu ise oldukça düzgün. Dalaman havaalanından 2.5 saatte kolaylıkla Datça'ya ulaştık. Öyle aman aman bir viraj yok. Datça yarımadasında kalınası ve gezilesi çok yer var. Yöresel yemekleri, badem ve balının yanısıra balık lokantaları da bulunuyor. Gezerken gördüğümüz pek çok çiçek bizi büyüledi. İlkbaharda buranın tadına doyum olmaz sanırım.

Rüzgar yüzünden tekne turuna çıkmadık. Ancak kısa ve uzun tur diye adlandırılan bu turlara katılmak koyları rahat gezmeyi kolaylaştırır. Bu kısa zamanda keşif niteliğinde yaptığımız Datça'ya fırsat buldukça farklı mevsimlerde tekrar tekrar geleceğiz.