19 Nisan 2009

Menekşe'de Erken Bahar

20.Mayıs.2009 (Yaylanın geçen seneki fotoğrafı)

Kışın başında başlayan kar yağışı ile yayla yolları kimi zaman Nisan ayına kadar kapalı kalırlar. Tabi bu Marmara bölgesi için geçerli. Daha yüksek yaylalarda bu süre daha da uzamaktadır. Kış döneminde kar Biblo ile yürümeyi zorlaştırdığından kışın yayla ziyaretlerini yapamıyoruz.

İlkbahar şehirde kolay gelir ama yaylalarda ise bu süreç 30-40 gün daha geç olur. Ağaçların yeşermesi, tüm çiçeklerin açması ancak Mayıs'ın ortasından sonra olur. Bu da yaylanın bulunduğu bölge, rakım gibi etkenlere bağlı olarak değişir. Örneğin Erikli Yaylası'na bahar daha erken gelirken, Sakarya civarına doğru denizden uzaklaştıkça ve rakım arttıkça bu süre daha da uzar.

Bu seneki ilk yayla gezi programımızı ablam ve ailesiyle birlikte yapıyoruz. Özellikle yeğenim Deniz'e yayla havasını aldırmak istiyorum. İlk aklıma yine Menekşe geliyor. Menekşe yaylasının gönlümde ayrı bir yeri var. Bu yaylayı Biblo ile beraber tesadüfen motosikletle orman yollarında gezerken bulmuştuk. Sonra adını öğrenmiştik. Ancak henüz vakit erken olduğundan yaylayı yeşiller içinde bulup bulamamakta tereddüt ediyorum. Deniz'in ilk yaylası olacağından en azında Menekşe'lerin açmış olacağını umut ediyorum.

Pazar sabahı Opet'te buluşup depolarımızı doldurduktan sonra İlk durağımız Yuvacık Barajı'nın sonunda yer alan Mahir'in yeri. Her zaman olduğu gibi ilk Mahir karşılıyor bizi. Derenin kenarında kahvaltımızı büyk bir keyifle yapıyoruz. Aslında bildiğimiz kahvaltı ortam ve güveçte yumurta ile birleşince gayet keyifli oluyor.

Mahir'in yerinden bir kare:

Ablam Sofra dergisi dahil üç dergide yazıyor. Aynı zamanda blog'un da da kimi zaman bunları yayınlıyor. Bu yüzden de yemekle ve bununla ilgili her şey dikkatini çekiyor. İşte bunlardan biri Su Değirmenleri. Mahir'in yerinde ve yukarısında köylülere ait su değirmenleri bulunuyor. Değirmenler halen faal. Ağırlıklı olarak bu değirmenlerden mısır unu elde ediliyor. Ablamla su değirmenleri ile epey ilgileniyor ve fotoğraflıyor.

Burada kahvaltımızı yaptıktan sonra Menekşe Yaylasına doğru yola çıkıyoruz. Servetiye Cami köyüne kadar ortam yeşilken 800 metreyi aştıktan sonra ağaçlardaki yeşillenme ortadan kayboluyor. İşte o zaman erken davrandığımızı anlıyoruz. Nuray'la ikimizde erken geldik ve yaylanın yeşilini yeğenim Deniz'e gösteremeyeceğimize üzülüyoruz.

Bu sefer yaylanın başında durmuyor ve yaylanın ilerisine kadar gidip, gezip dinleneceğimiz bir alan buluyoruz. Çünkü Biblo'nu beli orta ve uzun yürüyüşlere henüz müsade etmiyor. Bugünkü gezimizde fazla yürüyüş yok. Bu sefer zamanımızın büyük kısmını oturmakla geçireceğiz. Alışık olmadığımız bir durum aslında.

Biblo ile beraber dinlenirken:

Yayla'nın ortasından geçen dere yaylanın beslenmesi için hayati değer oluşturuyor.
Biblo kısa kısa yürüyüşler yapıyor. Bazen dayanamıyor otlar üzerinde yuvarlanıyor.

Bu sefer farklı olarak yaylanın akan deresindeki su miktarının azalmasıydı. Menekşe Yaylasının başında suyu biriktirmek amacıyla bir çukur kazılmış. Bu yüzden de yaylanın ortasından akan dere bu mevsime göre cılız akıyor. Doğa'ya yapılan bu müdahale sonucunda derede yaşam zora girmez umarım. Bu dere sadece kurbağaların olduğu değil pek çok canlıyı barındırıyor. Geçen sene geldiğimde Semender'e de rastlamıştım.

Yaylanın temiz havasını solumak, taze otlarında henüz çıkan menekçeleri karelemek güzel.. Bu yüzden de zaman nasıl geçiyor anlamıyoruz. Hava kararmadan İstanbul'a dönmek için çok da geç kalmadan geri dönüyoruz. Biblo bu gezimizde çok da gezemedi ama temiz havada otların üzerinde uzanmak ona iyi geldi. Her geçen iyi olan Biblo ile bu dönemde yaptığımız gezilere devam edeceğiz.

7 Nisan 2009

Küre Dağları'nın Mağaraları


Kış boyunca biriken dağlardaki Karlar erir, şelaleler çoşar, kimi ağaçlar tomurcuklanır, kimisi çiçeklenir, yaylalar yeşermeye başlar..Doğa'nın uyanmasıyla Biblo da bu aylarda kıpır kıpır olur, yerinde duramaz. Ancak 2009'un ilkbaharını biraz daha yavaş karşılamak zorunda kaldık. Çünkü Biblo'nun belini incittik. Biblo yürümekte zorlanırken bizim de hareketlerimiz kısıtlandı. Biblo'nun iyileşebilmesi için hareketsiz durması, merdiven inip, çıkmaması gerekiyordu. Bu yüzden pek çok yerde kucaklarda hatta sepetinde taşıyarak geçirmek zorunda kaldık. Ancak önceden planlanan Kastamonu Pınarbaşı gezimizi ertelemedik. Veterinerimiz Feridun Bey'in de izni ile Biblo ile Kastamonu'ya doğru yola çıktık.

Gezi Künyemiz:
Gezi Organizasyonu: ASPEG (Anadolu Speoloji Grubu)
İstanbul'a Uzaklık: 450 KM
Gezi Tarihi : 4-5-6 Nisan 2009
Konaklama Yeri: Paşa Konağı (www.pinarbasim.com) Tel: 0-366-771 33 75

Son olarak 2008 Aralık'ta gelmiş, burada ASPEG (Anadolu Speleoloji Grubu) ile tanışmıştık. Sonra mağaracılık adına yaptıkları hoşumuza gidip bizde ASPEG'li olmak istemiş ve Ali Yamaç'ın da gayretiyle gruba dahil olmuştuk. Tamamladığımız eğitimlerden sonra, mağaracı olarak ilk gezimizi yine Pınarbaşı'na yaptık. 4-6 Nisan tarihlerini kapsayan üç günlük bu gezimizde Küre Dağları Milli Parkı ve civarında yeni mağara keşifleri yaptık.

Yine tarihi Paşa Konağın'da konaklıyoruz. Erdoğan Avcı'nın sahibi olduğu Ahmet Abi'nin işlettiği Paşa Konağı'nda Cuma akşamı Ahmet Abi şömine ateşini yakmış bizi karşılıyor. Safranbolu'nun bükmesi ve kuyu kebabından sonra şömine karşısında Ahmet Abi'nin çayını yudumlayarak tüm yol yorgunluğumuzu atıyoruz.

Ertesi gün Biblo yürüyemediği için beraber konakta kalıyoruz. Grup ise mağara keşifleri için hazırlıklarını tamamlayarak yola çıkıyor. İki gruba bölünen ekipten biri İntürbesi mağarasını bulmak için, diğeri ise köylü rehber eşliğinde yeni keşifler için kanyon civarına gidiyorlar. Onlar keşif yaparlarken ben Biblo ile zaman geçirirken zaman zaman çevredeki kuşları fotoğrafladım. Öğlene doğru ise Biblo ile güneş altında, derenin sesi ve kış cıvıltıları ile ruhumuzu dinlerdik.

Yeni aldığım 70-300 objektifim ile çektiğim kuş karelerinden bir tanesi :

Öğleden sonra ilk dönen grup Ali Yamaç'ın grubu. Ama elleri boş...Gidilen rotada mağara bulunamıyor. Murat'ın grubu ise mağaranın yerini bulmuş olarak dönüyorlar. İntürbesi mağarasının yerini uzun uğraşlar sonunda Nuray ile Engin bulmuş. Hatta ilk bölümün ölçümleri bile almışlar. Lakin iş bitmemiş..Yanlarında iniş malzemesi olmadığı için alt salona girememişler. Yarın tekrar gidilip 5-6 metreden inerek mağaraya devam edilecek. Ben olup bitenleri ise keyifle dinliyor aynı zamanda akşam yemekten sonra bilgisayara aktarılan fotoğraflardan izliyorum. Herkes kendinden bir şeyler ekliyor. Sohbet edilirken bir yandan da bilgiler tazeleniyor. Yarın ben de bu mağaraya girecek ve aşağı inerek mağaranın devamlılığına bakacağız. Bu arada heyecan dorukta, ilk defa turistik olmayan bir mağaraya mağaracı olarak giriş yapacağım.

Biblo'yu aslında konakda yalnız bırakma konusunda tereddüt içindeyim ama durumu değerlendirerek konakda odamızda bırakmaya karar veriyoruz. Bu sayede yerinde kıpırdamadan daha çok dinlenecek. Üstelik biz yokken Ahmet abi arada sırada göz kulak olup, sobayı odunla besleyip odanında sıcak durmasını da sağlayacak.

Burada mağaraların yerleri ve konumları hakkında bilgi vermiyorum. Çünkü pek çok defineci bu mağaraları bulurlarsa talan edecekler ve doğal güzelliklerini bozacaklar. Definecilerin bir şey bulabildiklerini sanmıyorum ama verdikleri zarar onarılamayacak boyutlara varabiliyor. Mağaracılık hakkında pek çok bilgiye ve keşfettiğimiz mağaralar ile ilgili bilgilere http://www.aspeg-tr.org/ sitesinden erişebiliniyor.

İntürbesinde kalan kısmı tamamlamak üzere 6 kişilik bir ekip olarak yola çıkıyoruz. Dik tırmanıştan sonra mağara girişinde tulumlarımızı giyerek ilk mağarama dalıyorum. Oldukça keyifli. Havası bile hoşuma gidiyor. Lumi ile sol taraftaki en aşağı kola dalıyoruz ama devam etmediğini görünce geri dönüyoruz. Bu arada Murat ve Arda aşağıya iniş için gerekli emniyetleri alarak merdiveni hazır hale getiriyorlar.

Mağara kostümü içinde benim ilk mağara fotoğrafım :

Arda ve Murat merdiveni döşerken bizde mağarada inceleme yapmaya çalışıyoruz. Yanımızda alkol tüpleri var. Eğer bulabilirsek bulduğmuz böcek türlerini tüplere koyuyoruz. Bu bilgiyi biyologlar için topluyoruz. Çünkü ilk defa bu şekilde incelenen bu mağaralarda yeni tür bulma olasılığı her zaman var. Ayrıca bunlar mağara yaşamı hakkında da bilgi veriyor.

Merdiven'den aşağı iniyoruz ama mağara umduğumuz gibi çok da devam etmiyor. İleri devam eden bir kol kısa bir süre sonlanıyor. Murat ve Lumi ölçümleri alarak mağara kayıtlarını oluşturuyorlar. Ölçüm dediğimiz uzun bir metre ve eğim ölçerli pusula ile yapılıyor. Durak noktaları belirlenerek alınan bu ölçümler dönüşte bilgisayara kayıtları yapılıp, çizimleri oluşturuluyor. Birazda görsel hafıza ile mağaranın şekli ortaya çıkıyor.

Emine eğim ölçerli pusula ile ölçüm yaparken :

Dönerken önümüzde köylü, elinde geyik boynuzları hızlı hızlı gidiyor. Sanırım elindeki boynuzlardan ötürü çekinmiş olacak ki, hızlı hızlı gidiyor. Sonra sesleniyor ve selam veriyoruz. Boynuzları orman da bulmuş. İlk önce ölen bir geyiğin boynuzları sanıyoruz ama sonra erkek geyiklerin her sene bu boynuzları döktüklerini ve her sene yeni bir kırılıkla boynuzu tekrar çıkardığını öğreniyoruz. Yani boynuz üzerindeki dallar geyiğin yaşını hesaplamamızı sağlıyor.

Genç mağaracı Tuna'ya boynuz yaparken:
Konağa geri döndüğümüzde Biblo'yu daha dinlenmiş olarak buluyorum. Nuray diğer grupla Atak mağarasından halen dönmemiş. Atak mağarası zorlu bir mağara. Amaç bir kolun devam edip etmediğini kontrol etmek. Bu kolun farklı bir noktada yüzeye çıkış yapılacağından şüphe ediliyor. Daralları bol bol bulunduğu, büyük bir zaman sürünerek geçirilen keyifli mağaralardan. Ekip akşam üstü geri dönüyor. Yorgunlar ama bir o kadar da keyifli. Şüphe edilen kol sonuç vermiş ama mağara da geçirdikleri 5 saat sonunda mağaraya doyuyorlar. Hepsinin tulumları baştan aşağı çamur içinde. İlk işleri ise derede tulumlarını temizlemek.


Pazartesi günü ise planımızda Buzluk mağarası var. Orman içinde 1 saatlik yürüyüşle eriştiğimiz Buzluk hepimizi büyülüyor. Mağara'nın doğalında olan sarkıt ve dikitlerin dışında, mevsimsel olarak oluşan buzul dikitlerin oluşturduğu manzara oldukça etkileyici. Grup'da bulunan Ender Usuloğlu tarafından ilk defa ölçülen ve isimlendirilen bu mağaranın bu halini ekipten ilk defa bu şekilde bizler görüyoruz.

Sami'nin çektiği karelerden seçmeler:

Bu etkileyici mağara gezimizden sonra hava kararmadan İstanbul'a doğru yola çıkıyoruz. Tabiki Safranbolu'nun yine o güzel yemeklerinin tadına baktıktan sonra...